4 Nisan 2018 Çarşamba

Yükselebilir mi insan, düşerken?

     Öyle bir dönmüştük ki sırtımızı birbirimize, geri dönüp daha senelerce güleceğimizi bile bile, küfretmiştik. Birden fazla. Ardımız hariç her sese kulak verdik, gözlerimiz dolanıp durdu bir o yana bir bu yana. Niceleri de ağlar dedim. Anasız, babasız, kardeşsiz, sevgisizlikten boş bir kale. Biz ise sadece küfretmiştik.
     "Eh, kapat gözlerini, baca temizleme yapalım." Minik bir özentilik, sarkıttık bacakları şehrin en güzel manzarasından. Rüzgar ılık, yanyana. Anında boşaldı zihnim, kapattım kendimi, bomboş, sessiz, yanyana.
     İlk başta ihtimalim bile yoktu, sevilmezdim ben. Ben de sevmezdim açıkçası. Herkesin elinde yok ki bi kitap, birlikte sürüklenelim. İşte o on beş dakikalık yolu, saatlerce yürürken adam oldum ben. Yol kenarında Sibel Can albümünün üzerine işerken ben, ben oldum. Çaldığım bisikleti fırlatıp, yerden izmarit toplarken yükseldim ben. Tek lokmasız üç gün boyunca ağrıyan midemle, dans ederken büyüdüm ben. Baş kaldırmıştım yakınıma, elaleme falan filan. Eh deliydi kanım fakat yenilmezdim. Etkilenmezdim. Biraz suyu da sevmezdim ben. Sessizlik hakimdi benliğime. İçerdim, gezerdim, yollar, kamplar, şarkılar, türküler, yazılarım, şiirlerim, bestelerim, nasırlarım, kanayan alnım, ağrıyan karnım. Sessizdim işte.
     O gece dondurma yedim, bomboş mideye. Nasıl mutluydum, kimsesizler yurdu gibi tıkış tıkış, bir o kadar da huzurlu. Hiç ezilmedim o zamanlar, hep yükseldim ben. Hep. Kuştum ben, kafama eserdi uçardım böyle nehirlere, dağlara, ağaçlardan bulutlara, gecelerden alacakaranlıklara. Yere santim kalana kadar alçalırdım fakat asla düşmezdim.
     Sonunda ise hikayenin, kopardım heybetli kanatlarımı. Gözüm görmesin fazlasını diye. Neden mi? Bencillik ve aptallıktı sadece.

25 Ocak 2018 Perşembe

Alkışla Hüzün!

"Hayat ne garip..." dediğinde başlar zaten sorguların,
Sorarsın da sorarsın.
Farkında oluşuna değil, başkalarına sorarsın.
Ufacık avuçların titreyerek aminlediği mezarlara,
Soğuğu ıslak yanaklarındayken karşılaştığın asılı adama,
Senelerdir elinde boş silah sallayanlara,
Düzenbazcı yediye çeyrek kalanlara,
-ah birde akşamı vardır bunun-
Yardım elini tutup, şeytana uyanlara sorarsın.
Sorarsın da sorarsın.

Yürürsün böyle sokak sokak,
-kaçmışsın gibi hani, aslını unutup böyle sanacağın-
Dizili betonlar boy boy.
Aslında hissetmek de istersin, ulan bir ben değilim!
Gölgeler yansır, mavi ışığından mahremiyet örtüsüne,
Yükselir duman, gri siyah gökyüzüne.

Yol çizeyim dersin,
Kağıt kalem,
Karala anam karala.
Kesişir her seferinde yol,
Hata ise kararda.

Kaybedeyim güneşimi be,
Aya sığınayım.
Onu da kaybedeyim,
Kör olayım.
Yine sızlanayım yine.

Gel yoldaş, az derdine yanayım
Bakarsın şans kalmaz.
Dur dokunayım sanata, belki aklımda kalmaz.
İçeyim son yudumumu, son bir göz atayım yaban sayfalara,
-Bu arada doğum günün de kutlu olsun virginia-
Benliğimize gömdüğümüzü sandığımız sırlarımıza...
Eh,
Neden var diğer dünya.




2 Kasım 2017 Perşembe

Nehirli Kibrit

     ''Valla benim standart. Altı ayda bir mutlaka dert yükleniyor bir yerlerden...'' diye dökülürken kelimeler parmak uçlarından, ben ışığı kapattım. Işığı sevmem. Nedense daha rahat oluyorum karanlıkta yazarken, ama artık yetti. Kaç sene oldu len?
   
     Paragraf başında beş kez boşluk tuşuna basarak hunharca yazıya giriştiğim zamanları anımsayarak, saydım; bir, iki üç, dört, beş... Sanırım şimdi biraz da mutluluğa küfredeceğim. Eh neden olmasın? Bencillik insanlara mahsus değil mi? Fakat sadece bir konuda kızacağım, insan mutluyken robota dönüşüyor gibi, tek hissettiği duygu mutluluk sanki. Her karşıma çıktığında beni eskilere büyük bir hışımla fırlatan ilham perim, nice damlalarla nemlenmiş ahşap müzik aletim, -bu arada şimdi araştırdım sanırım ahşaptan yapılmıyormuş..- eski askeriye dolabına sokuşturduğum bestelerimle dolu kutularım, canımı acıtıyorlar ve bunu seviyorum. Eskiyi hissetmeyi seviyorum.
   
     Kızmak istiyorum birilerine, benden not isteyen tembellere, koşar adımlarla yetişmeye çalışıp genç yaşta beynime kan sıçratan dağcı liderine, plağımın kırılmasına etken olmuş her sebebe, kavgalarımıza sevgilim birde, seni incitmelerime... nasıl kızmak istiyorum ah nasıl!
   
     Artık daha iyi anlıyorum milleti, önceden o pislikten tepelere balıklama atladıklarını görürdüm fakat dikkatli bakmazdım. Her şeyin farkındalar aslında, nasıl düşünemedim arada bir nefes almak için kafalarını 1-2 saniyelik yağmurda ıslattıklarını. Gurur duyuşumun hissiyatı hala beynime kazılı fakat bir yorulan ben değildim. Gökyüzü de yazılar yazdı denize, şarkılar söyledi. İzin de verdi üzerine bulutlar çizmesine. Fakat yine ağladı gök yine...

15 Kasım 2014 Cumartesi

Eylül

Bazen baştan başlamak,
-Gerçekten başlangıç mıdır? Tartışılır...-
Seçim dışı seçimler yapmak,
Bazen çizgilere basmak,
Bazen üstünden atlamak utanmadan.
Seni aşağılar bütün yeryüzü, yola devam.

Sevmek birkaç kaldırımı ve geride bırakmak,
Ceketin cebine sığdırmaya çalışmak koca bir dünyayı,
Delik olduğunu fark etmeden.
Ve aramak, günlerce aramak,
Köşebaşında tekrar karşılaşabilme ihtimali ile...
Varlığını, bedenen sıcakken bile bulamamak,
Aklen yitmek.

Ve sonra biraz kahve suyu ısıtmak,
Bundan sonra da izleyeceğin şölen için.
Şerefe dercesine yokluğa, katılanları siklemeden,
Affet Tanrım, seni ancak tanıdım.
Ve yine ben geldim, gör bak değişmemişim.

21 Ağustos 2014 Perşembe

Burası Ebesinin Nikahı

Şarkılar baştan sarıyor.
Her sigara sonunu görüyor.
Dallara yansıyor korkak bir ateşin rengi.
Uyuma.
Üşürsün.
Neden Sevince'yi dinliyoruz?
Sönsün ateşimiz, Ay bizimle bu gece.
Saat 02.27.
Yine 27.
Kaçıncıyı yakıyoruz?
Neden içiyoruz?
Ben içerken unuttum sigaranın tadını.
Bu gece üzemiyor en küçük gözyaşı.
Küçüğü olur mu gözyaşının?
Aptallık mı etti birileri?
Kendi aptallığımı da farkettiysem, yeter mi bugünlük?
Çakmak semaverin yanında.
Semaverde bir nescafe.
Unutmuşum külllerimi çırpmayı,
Yere döküldüysem de hissedemedim.
Biri bana yaşımı söylesin.
Birileri her yerde.
İçtiğim bira gazlaştı sadece.
Burası ebesinin nikahı.
Hadi! Yıldızları sayın!
Beklerim.
Sesli sayın!
Dinlerim.
Ay'ın bu evresine ne deniliyordu?
"Yarım ay!"
"Yok."
"Yarım yarım."
Kafamdan duman çıkıyor, bu iyi midir hocam?
Siz ebesinin nikahı adlı bu yeri hiç gördünüz mü?
Ben de göremedim, henüz.

13 Ağustos 2014 Çarşamba

Bazı İnsanlar

Bazı insanlar bir zamanlar yaşadı ve öldü.
Yazdıkları ile, söyledikleri şarkılar ile geçti vakitleri.
Böyle geçmesi gerekliydi.
Daha başka nasıl anlatılabilirdi?..
Yalnız'lardı.
Kimseleri yoktu.
Ev diye adlandırılacak bir yer yoktu.
Hasta bir bedenin,
Daha da hasta zihninde kaybolmuş
Yalnız insanlar.

Bazı insanlar yükselen seslerden ibaretti, bu nefretti.
Bazıları ise tırnakların deriyi yardığı,
Açılması imkansız yumruklardan ibaretti.
Kendilerini kandırmak nereye kadar sürecekti?
Ölümün gelişini kim engelleyebilirdi?

Bazı insanlar ölüme giden kısa yolları seçmeden edemedi.
Bazıları ise hala ayak sürümekte...
Asfaltı umursamamış birkaç ot eşliğinde uzayıp giden yol,
Her adıma yerleşmiş binlerce avuç.
Her avucu anne hissettiren birer çakıl taşı.

Bazı insanlar uçmayı diledi.
Bazıları ise ilk adımı atmak yerine
Oldukları yere çökmenin en iyisi olduğunu düşündüler.
Yorgun gözlerin üzerinde etten bir şapka,
İstedikleri her ne ise bulmaya ant içmiş.

Bazı insanlar bunları bir yerlerde okumuş edasıyla süzüldüler.
Bazıları ise özürlerin kabul edilmediği bu yerde
Yanlış yapmayı günah bildiler.

11 Ağustos 2014 Pazartesi

Şans, Kader ve... Her Neyse İşte

      Hep beklentiler gözlemledim. Bu çok önemliymiş gibi bir de bağlanmaları yok mu...Bir şeyler yapmaktansa hep beklemeyi tercih etmek, beklerken üzerilerine çöken ümitsizliğe boyun eğmek, korkmak, ölüme küfretmek ve yaşamaktan bıkmak. İçinizde haykıran bir çılgın var. Duyun onu! Kulaklarınızı kapattığınız her dakika daha da çok eğleniyor olsam da acımadan edemiyorum. Ve aşık birileri var. Onlar da bekliyorlar. Her bekleyişte bir bira kapağını daha yerdekilerin yanına fırlatıyorlar. Aynı amaçla, aynı nedenden.
      Toplumun elleri pistir, kirlidir. İyiyi kötü, kötüyü iyi gösteren aynanın ta kendisidir. Bu elleri tutanlar köleleştirilmiş zavallı insanlardır. Ben kendimi küçümsemem. Başkasını da küçümsemeye hakkım olmadığını söylerler. Yaptıkları bir bokmuşçasına gardlarını alırlar. Sonra da küfreder ve o kişiyi de küçümserim. Buna saygı duyamam.
      Mutluluğu tattım. Mutlu olabilecek iken mutsuz olmaya çabalamak, tüm hayatı bundan ibaret olmak zorundaymışçasına davranmak feci bir aptallık. Kalıplar olmadan yaşamayı, gerçekten nefes almayı öğrendiğim gün kendimi bulmaya başladığımı farkettim. Binlerce yol var. Gitmek istediğiniz, uzaklaşmak veya yakınlaşmak istediğiniz her an önünüzde belirir yollar. Bunu görmelisiniz! Yolda olmak, durmamak... Kalıpları, düzeni ve daha bir çok şeyleri protesto etmek..."Her şeyi ve herkesi protesto ediyorum!" diyebilmek...
     Bir kaç gün sonra bilmediğim bir yerde, birileri ile buluşup tekrar kamp yolunu tutacağız. Issız bir arazide çadır kurup, içeceğimiz günün hazırlığındayım. Yanabileceği en güzel hali ile yanan bir kamp ateşi başında anlatılacak öyküleri dinlemek ise paha biçilemez. Ben yaşamaya bakayım. Siz ise şansa, kadere ve nicelerine inanın. "Cennet son durak!" diyor birileri değil mi? Eh, kime sorduğunuza bağlı. Bekleye bekleye "aman günah işlemeyeyim..." diye diye geçen boktan ömrün son anı, ölüm. Ardından melekler ve çikolata şelalesi.

13 Temmuz 2014 Pazar

Bir Delinin Dilinden

Huzuru birkaç adım ileride sanıyordu.
Öyle söylemişti içindeki krallığın baş tacı.
Binlerce perdenin arasından geçti.
Boynuna, kollarına, bacaklarına sarıldılar.
Durmadı.
Kafasız bedenler sürttü bitkin omuzlarına,
Simsiyah vücutlar, sımsıkı yumruklar...
Hızlandıkça boğazı kuruyordu,
Nefret ettiği bu müziği duyduğu halde
Durmadı.
Bir körün rüyasındaydı ki
Bunu anlamasına zaman kalmadan ışığı gördü.
Kollarını ufuk boyunca açmış,
Kocaman ağzından renkler fışkırıyordu.
Durmadı.
İçinden geçip gitmesini izledi, nefes alamadı.
Arkasına bakmak, intihar etmek demekti.
Tanıdık kahkahalar yükseldi.
Huzuru birkaç adım ileride sanıyordu.
Yaptığı tek şey ise korkmaktı.
Dizlerinin üstüne düşerken,
Göğsünün tam ortasından hızla çıkan mızrağı gördü.
Karşıya baktı, yansıması penceredeydi.
Adalet yazıyordu, büyük harfler ile...
Ve ölüyordu.
Şimdi, herkes ne olacağının farkında.
Ağzında tütüyor son bir sigara....
Gökyüzüne bakası gelmiyor,
Bu sokakları, bu yolları, bu sessizliği
Çok iyi tanıyor.

7 Temmuz 2014 Pazartesi

Yeni Günün Tozlarını Üfleyenler

     Sabahın Körü

     Küçüğüm ile bugün vakit geçirmeyecektim.

     Sabahın en erken vakitlerinde, minik odamın penceresinden kıç kadar balkonuma görülmeye değer bir atlayış gerçekleştirdim. Bu vakitlerde etrafın sessiz olması normal iken kuşların ötmemesini anormal sayıyorum. Varlığı pek bilinmeyen eski bir sokakta inşa edilmiş bir yapının kıç kadar balkonunda kalmıştım, evet. İşte bu balkonda şu an iyisinden bir sigara yaktım ve koyu mavi gökyüzüne kafamı kaldırdım. Yağmur yağacağını haykıran bulutlara selam verdim. Güzel karenin üzerine, eline yanlışlıkla değerli bir roman verilmiş gerizekalı bir çocukmuşçasına, 6'lar ve 9'larımdan çiziyor, elimin altındaki balkon demirlerini bükebilecekmişçesine sıkıyordum. Derdim neydi? Bir sorun mu vardı? Bir şeyler mi yanlış gidiyordu? Söyle bana küçüğüm, neler oluyor? diye mırıldanırken nefes alışverişlerim durdu. Rahatsız olmadım. Kafamın arkaya düşmesine izin verdim. Bir süre öylece bekledim. Şu sik gibi dikilmiş binaların birinden, biri çıkıp bana baksa, polisi falan aramaya kalkardı herhalde. Bu gülünç fikir ile gülümsememe engel olamadan kafamı kaldırdım fakat birden gözüm karardı. Sanırım bayılacaktım. Balkon demirlerini nasıl sıktığım bilinmez, elimi de acıtmayı başarmıştım.
     Marazi, karanlık düşüncelerim beni soyutluyordu bu güzelim gün doğumundan. Gözlerimin önünden, saçma bayramların geçit törenlerinde eğlenebilen kimseler misali düşüncelerim geçiyordu. Yanlış yerde, yanlış durumda, yanlış dansı ediyorsunuz haberiniz yok!
     Üzerinde sayamayacağım kadar çok siyah delik bulunan pencerenin tahtalarını tuttum ve kendimi minik odama bıraktım. Bir insanın başı ne için her gün ağrır? Odamda nedensiz bir kaç tur attım. Kraker falan yedim, ne biliyim bu nabız gibi atan baş ağrısına ne iyi gelir? Kendimi yatağa attım. Tüm gün dik vaziyette kalmış olan sırtımın, acıyla bir "oh" çektiğini hissettiğim an kapandı gözlerim. Işığı sevmem. Dışarıdan gelebilecek her ışığı önleyen şu siyah perdelerim olmasa uyuyamazdım. Onları gözlerim kapalıyken kapatabilme yeteneğimi kullanarak kapattım... Küçüğüm ile bugün vakit geçirmeyecektim.

30 Haziran 2014 Pazartesi

Çıplak Kadeh

Bilmiyorum, kaçıncı kez aydınlanıyor bu gökyüzü
Gözlerimin sabah ışıkları ile karşılaştığı bu dakikalar;
Yapıyor olacağım her eyleme bir adım daha yaklaşışımdır.

Kabusundan sıçrayarak uyanmış kulaklarım görmüyor.
Her zerresine mühür basılmış dudaklarım işitmiyor.

O ise elinde bir kadehle ayağa kalkıyor.
Kırmızı şarabının içinde düşüncem boğuluyor.
Bilmediğim,
Görmediğim,
Duymadığım,
Tatmadığım,
Hiç bir sik yapmadığım tenini dudaklarına sürüyor.
Bembeyaz... Ardından bağırıyor: "ŞEREFE!"

28 Haziran 2014 Cumartesi

Geçerken Uğradık

Nemli derisinin altından evrene akan hayat
Gözlerinin önünde yatan çıplak gerçeklik
Nokta misali yere konup, ardındakilere boyun eğiyor.
Uzun ve siyah tırnaklarının altındaki fısıldaşmalar,
Bilmeyenlere o ana kadar bilinmeyenleri sunuyor.
Yüzüyordun deniz kızı,
Bir başkasının düşlerinde.
Ve ağlıyordun,
Milyar damlacığın üzerinde.
Zamanın ağırlığından geçilmeyen sessiz ormanda
Sigarasını tüttürüyordu ak sakallı dede.
Şimdi yürüyor olduğu sıvının en dibindeyim.
Birkaç adım çevremde dizilmiş benzediklerim.
Ölüyordun beyaz geyik,
Toz bulutlarımın üzerinde.
Ve gülüyordun,
Kapalı gözlerin denizinde.

30 Mayıs 2014 Cuma

Beyaz Bayrak Çektim, İndirdiler

Henüz aldığım nefes, boğazımdaki diğer düğüme bağlanıyor.
Tekrarlamak ve zorundalık.
İç çeke çeke alnımı dayadığım duvarlar
Aklımdakileri kazıdığım her bir parçası
Kitabe misali soğukkanlılıkla dikiliyor.

Her orospu çocuğunun seke seke gezdiği binalar,
Zemininden gelen çığlıkları bastırıyor.
Sesim aşağıda, üzerine basan bir de ben.
Bak kıç kadar balkonumdan dışarı
Niceleri görülmeye değer.

Sana boş bir mektup gönderdim geçen gün, yasağına inat.
Bembeyaz mektubumu alıp buruşturdun.
Çakmağınla ucundan tutuşturdun.
Külleri uçuştu, rüzgar delicesine savurdu.

Ben pas diyorum, Sayın Tanrı!
Hiç bir tarafımla inanmadığım beyazımı 
Ve bu hikayemi yaşandığı yerde bırakıp gidiyorum.

18 Mayıs 2014 Pazar

#somayolunda

O gün bozulmuş saatim,
Haber vermeyin ne doğup batıyorsa!
İlk adımımı atmışım bir kere #somayolunda.

15 Mayıs 2014 Perşembe

Soma!

Avuçlarımız kara, çocuk. Şimdi sarılmayalım.
Hadi biraz uzaklaş,
Görme, ten rengimizden bir kaç çizgi çizilmiş kara yüzümüzü.
Bizdeki kader değil, çocuk. Bunları düşünmeyelim.
Hadi biraz nefeslen,
Görme, kömür renginden geçilmeyen bu günümüzü.
Bugün siyahız, çocuk.
Bugün siyahız!

26 Nisan 2014 Cumartesi

Ve Niceleri

     Basit gözyaşlarınızı görmek istemem değildir olay, bu ağlamak değildir. Bunu anlamak da çok basittir. Belki de elinizde değildir. Bunun nedeni ise alışkanlıktan başka bir şey değildir. Sevdikleriniz vardır akıllarınızda, fakat derinlerde bu böyle değildir. Sadece görüntü süslenmiştir. Sevdiklerinizi kaybettiğiniz ve onlar için üzüldüğünüz anlamına gelmez, böyle düşünmek. Artık bunu farkedebilirsiniz fakat alışkanlıklarınız, bu da elinizde olduğu halde sizi çaresizliğin sonuçlarına iter. Zorundalık hisleriniz bu sonuca gidişi destekler. En başından beri, kendi çıkarlarınız için yaşıyor olduğunuzun altını çizmek yerine üzerini karalamak sadece korkudan ibarettir. Yaşanmışlıkları ve bir zamanlar çıkıp farklı yaşamış olanların deneyimlerini tekrarlamak rutin haline gelmiştir. Farklılıklar es geçilir. Bütün eylemler kendinize yöneliktir. Her sıçışın altına imza atmak gurur vericidir. "Bilmiyorum!" bir cevap değildir. Dünyada yığınla pislik vardır; üzerinde hoplanılan, zıplanılan. Yenileri birikir, tepelenir. Bazıları derinleri farketmiş olmalıdır ki, tepelere balıklama atlar. Bazıları ise bir yığın pisliği daha sırtlanmış geliyordur. Ufukta, ardından belirir ötekileri. Ayağa kalktığında birileri, toparlanır diğerleri. Belki üç-beş uyuyan da vardır buralarda. "Doğuştan tembel geldik..." derler, gerisi mırıldanmadır. Sizi şöyle bir sarsabilecek kendi kollarınız varken, kıçlarınız tercih edilir. Her daim, her an. Dönersiniz kıçınızı ve diğerinin beş dakikasını almaz, biter. Bitmekle de kalmaz, unutulur. Vicdan, "Ben yokum." der, eğer kafasını. Yararlandıklarınızın önemi yoktur dikkatli bakıldığında. Sadece görmek istemezsiniz.
     Bir kitapta okuduğum parçada şöyle anlatılır:

     "Yükselmek istiyorsanız, kullanacaklarınız kendi bacaklarınız olmalı! Taşıtmayın kendinizi; yabancıların sırtına, kafasına yabancıların binmeyiniz!
     Ata mı bindin? Gidiyor musun ereğine dörtnala? Peki dostum! Fakat topal ayağın da at üstünde!
     Vardığında ereğine, indiğinde atından: tam kendi yüksekliğindeyken, ey yüksekinsan, o zaman işte sendeleyeceksin sen!"


16 Nisan 2014 Çarşamba

"Death to Birth"

     Belki de boşlukta devam ediyorlar yollarına. Sadece süzülüyorlar öylece, benden ayrı. Amaçsızlık seziyorum onlarda. En beterinden. Neden yazdığımı, neden hala gitar çaldığımı, ne için içtiğimi bilemiyorum. İyi, güzel, hoş. Sessizliği üzerine battaniye edinmiş, geceme sinen bir kaç toz bulutu havada sarhoş gibi geziniyor, uyurgezer misali. Yolunmuş tırnaklarımın sürttüğü gitar telleri bile sesini çıkaramıyor. Kıvrımları burnuma giren saçlarım, gördüklerimin üzerini karalıyor. Bu an, bizleri yalnızlığımıza sarıp içiyor, daha ne olsun.En başından kabullendiğim bir intihardı belki de, çok ağır ilerleyen ki ben böyle adlandırmadım.
     Death to Birth'ü söylüyorum. Bu kadar yavaş söylemem imkansız. Boğazımdan gelen hırıltı ile birleşen fısıldayışlarım, varlığımı bir kez daha hatırlatıyor. Perdelerde zorla kalkıp hareket eden parmaklarım, dersin 80 yaşındalar. Kolum, araya sıkıştırılmış bir odun parçası. Sertleşmiş parmak uçlarımın perdelerde kayarken çıkarttıkları o sesler anlatılamaz.
     İçim titriyor, uykulu gözlerim, diken diken olmuş tüylerim. Ah! İşte yaklaşıyor. Bu nakaratı bekliyordum. acaba ritime geçecek miyim? Bence yapabilirim. Evet. Ritimdeyim. Boğazım kurumuş olmalı ki bazı kısımları uzatamıyorum. Bu yüzden son bir yutkunmayla devam ediyorum şarkıya.
   
     It's a long, lonely journey from death to... birth.

14 Nisan 2014 Pazartesi

Merhaba Yaşlı, Hoşçakal Yaşlı

     Bu sabah, yerde küsmüş gibi yatan yaşlı bir köpeğe rastladım. Yanına yaklaşmak istediğimi sezince korktu ve geri çekildi. Kafasını eğiyordu. Yine de yaklaştım, elimi uzattım. Daha da büzüldü olduğu yerde, dokunsam ağlayacaktı sanki. Yanına bağdaş kurdum ve " Merhaba Yaşlı..." diye konuşmaya başladım. Arada alnına dokunuyordum. Bu konuma erişebilmek için gerçekten çok uğraşmıştım. İnsanların nasıl olduklarını gayet iyi biliyorlardı. Bu güzel canlıyı biraz olsun iyi hissettirebilmek istemiştim. Başına gelenlerin çoğu insanların yüzündendi. Yaşadığım yerde, yeraltı konteynerları yaptılar. Heryere yaptılar. Ben ne zaman çöpü dökmeye insem elimden geldiğince yiyecek bırakmaya çalışırdım kenarlara bir yerlere. Ben olmasam bile belki çöplerde birşeyler buluyorlardı. Yeraltı konternerları girsin bir yerlerinize. Bir kez olsun o konteynerları kullanmadım, kullanmayacağım.
     Bir kaç dakika suskun kaldık. O hep susuyordu zaten. Ayağa kalktım. Kafamda, eve gidip bir kaç şey getirme planları kuruyordum. Yaşlı'yı orada bıraktım ve bir kaç adım uzaklaştım. Bir anlık mutlu olsun istiyordum. Kirli vücudu, ortaya çıkmış kaburgaları gözlerimi sulandırmıştı. Ona acıyordum çünkü olması gereken bu değildi. Böyle olmamalıydı. Onları kullanmak, onlara zarar vermek eğlence olamaz. Olamaz.
     Onu görebilmek için arkama bir bakış attım fakat orada değildi. Geri döndüm ve etrafa bakındım. Yoktu. Bu kadar bitkin görünen bir köpek nasıl olurdu da ortadan bu kadar hızlı kaybolabilirdi? Onu bulamadım. Arkasından istemsizce seslendim: "Hoşçakal Yaşlı...". 

17 Mart 2014 Pazartesi

Boyalı Kuşlar Irmağı

     Müsait bir yerde inecek olan ben değilim. Mümkünse müsait en yakın yerde sizler inin. Evet burası. Acele edin.
     "Hey Bayan! Çocuğunuzu unutmayın."
     Direksiyon başına geçtim sonunda. 16 yaşanmış yılın ardından ilk kez dokunuyordum. Kornaya vurdum belki iki belki üç kez. Sıkı tutunun hanımlar beyler -sessizlik- ilk durağımız Boyalı Kuşlar Irmağı!
     Radyom müziğin sesiyle oynuyor. Yaramaz çocuk seni, kafana bir silah dayamadan önce bırak şımarıklığı. Yolumuz uzun ama süremiz kısa. Çok kısa.

-

Ben kirletmedim, sürmedim ellerimi genç ruhuna.
Ben üzmedim, polise sarılıp ağlayan yaşlı teyzeyi.
Taa dünyanın diğer ucundan yakmışlar mumları
Berkin'i anıyorlar.
Kimliğini insanlık dışına inşa etmiş,
Yalanları boyunu aşmış biridir, O'nun Katili.
Ben birazdan uyuyacağım,
Sen de rahat ol Berkin
Ve niceleri.
Fakat sen uyuma Biri,
Vicdanından önce ben el vermiyorum.

16 Mart 2014 Pazar

Karvel

     Kahve yaptım kendime. Dumanının etrafını avuçlarım ile sardım. Velvet çalıyor şuan, gülümset beni Velvet! Gülümset!
     Bu sabah bir şey hissettim. Tam olarak tuvalette. Kalbim, kendini kollarıyla sıkıca sarıp eğik kafasıyla uzaklaştı. Geri adımlarla giderken kayboldu. Güldüm. Çok yüksek sesle güldüm. Tuvalette.
     Bu olay üzerine gidip kahve yaptım işte. Dün kar yağıyordu. Bugün ise hava külotla gezmelik. Param yok. Arka cebimdeki 180 tl'yi kursa vereceğim. Yazık. Önüne gelen Camel içmese de biraz fiyatı düşse. Jak almıştım. Daha doğrusu gitarı aldığım yerde adam hediye etmişti. Bozulmuş. Saat 1. Çorabımın tekini bulamadım. Gri-siyah dolaşıyorum. Çal Velvet çal! Gülümset beni. Herkes bir kahve kapıp yatağın yanına çöksün, Velvet dinliyoruz bu gece!

12 Mart 2014 Çarşamba

İnsanlık Ölmüş, Kokuyor

İnsanlık ölmüş, kokuyor.
Bazıları yanaşmıyor,
Bazıları öfkeli.
Susmak istemem, boş vermek de.
Soğuk kalbim, ısınmaz.
Yerle bir edesim var, yıkıp dökesim.
Ben de kaybettim.
Hangimiz,
Söyle hangimiz insanız?
Seçim yapmak zorundasın.
İnsanlığı öldürdüler.
Uzaklaş vicdanından
Ya da uzaklaş.
Yaşamayı tanımla bana,
Özgürlüğü anlat yobazlara.
Çaresizim.
Ne yapsam, ne etsem?
Ben de kaybettim.
Yoksunum.
Kirletiyorum,
Son kuruşum ile ciğerlerimi,
Dumanı ile dünyanızı.
Alın sizin olsun.
Ben ölüme hızla koşuyorum.

Adımın yoktur önemi.
İNSANIM! 

Bu, en önemlisi.

9 Mart 2014 Pazar

"Zaten hiç sözümü dinlemezdin."

     "Zaten hiç sözümü dinlemezdin. Zaten hiç sözümü dinlemezdin. Özgürsün artık. Zaten hiç sözümü dinlemezdin. Çocukların olacak. Zaten hiç sözümü dinlemezdin. Zaten hiç sözümü dinlemezdin. Zaten hiç sözümü dinlemezdin. Zaten hiç sözümü dinlemezdin. Zaten hiç sözümü dinlemezdin. Allah'a mı inanmıyorsun? Zaten hiç sözümü dinlemezdin. Zaten hiç sözümü dinlemezdin. Zaten hiç sözümü dinlemezdin. Zaten hiç sözümü dinlemezdin. Zaten hiç sözümü dinlemezdin. Sigara seni zehirliyor. Zaten hiç sözümü dinlemezdin. Zaten hiç sözümü dinlemezdin. Zaten hiç sözümü dinlemezdin. Sen özgürsün artık. Zaten hiç sözümü dinlemezdin. Zaten hiç sözümü dinlemezdin. Zaten hiç sözümü dinlemezdin. Zaten hiç sözümü dinlemezdin. Zaten hiç sözümü dinlemezdin. Seni asla affetmeyeceğim. Zaten hiç sözümü dinlemezdin. Zaten hiç sözümü dinlemezdin. Zaten hiç sözümü dinlemezdin. Zaten hiç sözümü dinlemezdin. Zaten hiç sözümü dinlemezdin. Zaten hiç sözümü dinlemezdin. Zaten hiç sözümü dinlemezdin. 2 yıl sonra da söylesen 5 yıl sonra da. Zaten hiç sözümü dinlemezdin. Zaten hiç sözümü dinlemezdin. Zaten hiç sözümü dinlemezdin. Zaten hiç sözümü dinlemezdin. Özgür. Zaten hiç sözümü dinlemezdin. Tamam git. Zaten hiç sözümü dinlemezdin. Zaten hiç sözümü dinlemezdin. Zaten hiç sözümü dinlemezdin. Tamam sen özgürsün. Zaten hiç sözümü dinlemezdin. Babana söylemem kızım tamam. Zaten hiç sözümü dinlemezdin."

12 Ocak 2014 Pazar

"Morning Glory"

      Düşüncelerimi dışa aktarırken, kendimi dışarıdan bakıldığında geviş getiriyormuş gibi hissetmem elimde olan bir durum değil. Bana ciddi bir şey sorduklarında verdiğim cevaplar, kafamda tasarladıklarımdan çok daha farklı oluyorlar. Kafama takılan binlerce sorunun ise bir anda uçup gitmesini de aklım almıyor. Yanına, "Bir şey diyeceğim." diye yaklaşıp sonra da diyeceğini unutan benden kaçışan manyaklar da ayrı konu.

     Kafatasımı dışarı iten korkunç bir ağrı gibi tüm bedenimi kemiren nedensiz acılar; her gün bir benliğimin, bir gün de tüm bedenimin sonunu getirecek. Bir çaresi vardır elbette. Tabi ben ne zaman ayaklanacağım onu bilemiyorum. Yalnızlığımı paylaşmayı hiç istemem. Fakat bazıları vardır ki; susup ortamı sessize boğduklarında bile sana sımsıkı sarılırlar. O an içine öyle bir his dolar ki, anlık bir titreme yaşarsın, soğukta kalmış bir çıplak gibi. Dinlediğim zamanlar da oluyor. "Ne diyor lan bu değişik?" dediğim zamanlar da. Bazen susturmak istemezsin, bırak anlatsın derdi neyse. Ama iş çığırından çıkınca, her kelimesi beynine ve kalbine aynı anda battığında düşünemezsin ki. Karşınızdakinin canına tak edeceğini bilseniz de o an ruhunuzu dinleyemezsiniz. Üzmek istemezdiniz fakat pişman da değilsiniz. Neyse.

     Beni bunları yazmaya asıl iten, nedir bilemiyorum. Sadece yazmak istiyorum. Hislerimi, düşündüklerimi dile getirip konuşabilseydim zaten bu yolu seçmezdim. Beynimin bir tarafını mantıklı yazmaya zorlarken diğer tarafının kendi halinde morning glory'i söylemesi de garip.

13 Aralık 2013 Cuma

Bu Anım Gelecekten...

          Karanlık. Turuncu bir karanlık bu, ortama hakim olan. Kısık gözlerle baktığımda nostaljik bir tarzı varmış gibi görüyordum. Kafayı kaldırıp şarkı listesine baktım. Ne yazıyordu? Yakınlaştım ve ancak görebildim. "Ah" yazıyordu.
     
          O küçük sahnede, oturduğum yerde hafifçe gerindim. Uykum falan yoktu ama yine de çalmadan önce, kafamı biraz gitara dayayıp dinlenmek istedim. Saçlarım topluluğu gizliyordu. Bir saniyelik göz attım etrafa ve kafamı kaldırmadan gitara vurdum. Penamı tellerin üstünde yeni öğreniyormuşum gibi gezdirdim. Nefes alıp yavaşça kafamı kaldırdım ve sol akorunda şarkıya girdim. Topluluk solo yerinde grubuma eşlik etti. Müziği tanımaları beni garip hissettirmişti. Uluyan farklı tonlardaki sesler tüylerime meksika dalgası yaptırıyordu. Evet ,meksika dalgası.

         Sözlere başlamadan önce bi boğazımı temizledim. Mikrofondan bokum sesler göndermiştim. Neyse yaklaştım mikrofona ve girdim şarkıya. Bu kadar baygın olmak bana çok iyi geliyor. Topluluk sesim hakkında bir şeyler düşünüyordur. Ne de olsa kızım ben. "Sese bak anam ooo, erkek gibi ". Bunları duymak, miyavlamaktan iyidir. Ananı... Sözlerin devamı? Kahretsin neydi sözler? Al, şarkıyı unuttum yine. İkinci kısımları hep unuturum. Ama bana gerek kalmadı. Ben telaşımı belli etmesem de Buket beni anlamıştı. O girdi şarkıya. Tüm grup toplulukla beraber uludular. Bu aptal müzisyene yardım ettiler. Neyse ki son şarkıyı çalıyorduk. Bir yanım bitse de gitsek diye cukka atarken, diğer yanım bu sahneye yığılıp uyumak istiyordu. Neyse, şarkı bitti. Buket topluluğa teşekkür edip iyi geceler diledi.

          Sandalyeden kalkarken uyuşmuş olan kıçım kendini hissettirdi. Mikrofonun altındaki birama uzandım. Hala soğuk olması suratımı gülümsetmişti. Bukete kafamı yasladım.Tüm grup sahneden indik ve her zaman oturduğumuz o köşemize gittik. O masaya ilk 2014 senesinde Buket ile oturmuştuk. Bunu hatırlayınca yine gülümsedim. Tüm grup sandalyelere yığıldık. Konuşmaya başladılar. Dinlemek istedim fakat duyamadım. Son hatırladığımda buydu zaten. Neys... Tamam tamam.
       

27 Kasım 2013 Çarşamba

6'lar 9'lar

Biraz Alice In Chains dinleyeyim dedim. Frankfurt konserini buldum ve izlemeye başladım. Fakat dinliyorum sansam da dinlemiyordum. Videoya baksa da gözlerim, başka şeyler görüyordum. Feci şekilde burnum akıyor ve acıyor. Bunları yazmak için yataktan kalktım. Neyse, tekrar yatayım.

27 Ekim 2013 Pazar

Lou Reed

     Bazı videolara bakıyordum. Bir müzik videosundan bir diğerine atlayıp duruyordum. Lou Reed'in bir videosuna rastladım. David Bowie ile olan düetleri idi. Gözlerimi kapatmış, karanlık cennetin ilahisini dinliyor gibiydim. Kendimi, öylece seslerinde ki huzura bıraktım. Müziğin her anında, ayağa kalkıp yavaşça dans etmek istedim. O kadar iyi hissediyordum ki tüylerim diken diken olmuştu.

     Bugün, internette yine adı geçti Lou'nun. Bir arkadaşım, birkaç ay önce ölmek üzere olduğunu hissetmiş ve bunu paylaşmıştı. Dakikalar sonra ise anasayfa "Rıp Lou Reed" kelimeleri ile doldu. Hissedemedim, üzülemedim. Bilemiyorum kabullenemedim, sanırsam. Rolling Stone dergisi haberi yayınladığı anda kalbim hızla göğüs kafesime çarpmaya başladı. Tekrar ve tekrar. Bu doğruydu. Lou Reed ölmüştü.

     Ve bugün, yine 27. "Kill your sons" ile geceye nokta koyacağım ve karanlık cennette uyuyacağım. Bir daha uyanmamak dileğiyle.